Çocuklukta -bağırmak, azarlamak, eleştirmek, suçlamak vb.- saldırgan tepkileri proses edecek veya korumaya geçecek bir mekanizma henüz gelişmemiştir, o nedenle de maruz kalınan tüm saldırgan tepkilerin çocuğun bilinçaltına kaydedilerek sindirildiği, programlandığı görülür. Çocuk bunun farkında değildir ama, yavaş yavaş öğrenilmiş reaksiyonlar geliştirmeye başlar. Ve Korku, en temel geliştirilen reaksiyondur.
İnsan büyük bir rezonans aracıdır ve en temel özelliği, dış evrenle rezonansa geçebilir oluşudur. Özetle, biz neyi rezone ediyorsak dışarıda onu görürüz ama aynı zamanda da dışarıda neyin rezone olduğuna dikkatimizi yöneltiyorsak o şeyle rezone olmaya başlarız.
Bir bebekken dahi bu şekilde dışarıya rezone olmayı ve içeriye rezonans almayı biliriz. Ama dış rezonansların iç rezonansı etkilemesi bu yıllarda çok daha etkindir. Bu nedenle de, maruz kaldığı rezonansın türünü belirlemek bu yıllarda ebeveynlerin sorumluluğundadır.
Çocuğun maruz kalmış olduğu tüm rezonanslar, diğer bir deyişle bilinç tezahürleri, ileriki yaşlarında temel alabileceği bilgileri belirler. Bu demektir ki, maruz kalınan bir rezonans çocuğun yetişkinlik sürecinde bile rezonansının rengini belirleyebilir.
Genellikle korku, bu öğrenilmiş düşük bilinç tezahürlerinin tercümesi gibi işler.
Tüm negatif inançlar, özünde korkuya dayanır. Korku ise öfkeyi yaratır.
İnsanın yaşamsal özünü bulmasının önünde bir şey varsa o da korkudur. İnsanı hasta eden bir şey varsa korkudur. İnsanın mutluluğu bulamamasının bir sebebi varsa korkudur. Ve korku, sevginin yoksunluğudur.
Çocuklukta maruz kalınan veya şahit olunan (çünkü açık bir bilinç, sen ve ben ayrımı yapmaz) Mars’ın gölge doğasındaki saldırgan tepkiler, kendisiyle benzer rezonansta titreşen ve yine Mars tarafından yönetilmekte olan Adrenal bezleri tetikler. Bir çocuğun ne kadar çok Marsiyen tepkilerle rezonans halini deneyimlediğine bağlı olarak da, adrenal bezlerdeki aşırı uyarımlar artar.
Adrenal bezleri aşırı uyarılmış bir çocuk, kaç veya savaş tepkisi geliştirmek durumunda kalır. Erken yaşlarında kaçmaya -dış dünyadan kendini içe kapanarak uzaklaştırmaya- çalışırken, yetişkinlikte topluma karışmak zorunda olması nedeniyle savaşmaya -agresiflik, yoğun öfke, sivri dil, eleştirellik ve yukarıda bahsettiğim saldırgan tepkiler halinde- çalıştığını görürüz.
Dolayısıyla şunu anlamak mümkündür; çocuklukta maruz kalınan saldırgan tepkileri veren kişiler de aynı zamanda çocukluklarında benzer bir şeye maruz kalmış olanlardır. Maruz kalanlar maruz bırakır ve bu döngü eğer üzerine çalışılmazsa böyle sürer.
Bu Marsiyen gölgenin dünya hayatında bu denli etkin olduğunu görmenin aslında tek bir sebebi vardır. O da sevginin yoksunluğudur. Buradan anlaşılabilir ki, aslında hiç kimse yeterince sevilmemiştir. Dünya üzerinde öfkenin, kızgınlığın bu denli yoğun rezonansını görüyor olmak bunun delilidir.
Gelmiş geçmiş tüm manevi öğretiler, işte bu büyük Dünya sınavını geçmek için gereken Bilgeliği bizlere sunmuştur. O da, sevgidir. En nihai formu olarak ise İlahi Sevgi.
Sevginin yoksunluğu böbrekleri zayıf düşürür ve bunun sonucunda böbrek üstü bezler olan adrenal bezlerin aşırı aktif hale geçtiğini görürüz. Yani, adrenal bezlerin aşırı çalışması hali, en safi manada böbrekleri savunma çabasından ibarettir.
Normal şartlarda, böbreklerin narin, hafif ve yaşamı besleyen enerjisini tehlikeye atan dış tehdit ortadan kalktığında adrenal bezler normale dönerek sakinleşirler. Ama, eğer çocuklukta maruz kalınan ve tekrarlayarak bireyi programlayan Marsiyen gölgeler fazlaysa, bu adrenal tepkiler bireyin normali halini alabilir. Dolayısıyla da birey daima savunma ihtiyacında gibi yaşamda pozisyon alır -savunacak bir şey yokken bile-.
İçerisinde çocuklukta takılı kalan bir plak misali dönüp duran o aynı rezonansla yaşayan insan, işte bu nedenle kolay kolay kendini hafif, sükunet ve yaşama güven dolu bir teslimiyet halini gerçek anlamda deneyimleyemezken bulur.
Bir insan sevgiyi geliştirdikçe, adrenal bezleri programlamış olan eski rezonanslar adım adım sakinleşmeye başlayabilir.
Sevgiyi geliştirmek, teslimiyeti geliştirir ve teslimiyet güvende hissetmeyi. Güvende hissetmek ise nihayetinde sükunete evrilir.
Sükunet, insanın en doğal formudur. Ve insan özünde su gibidir. Su gibi akışkan ve adapte olabilirdir. Dünya üzerindeki topluluklar bunu kanıtlar. Her insan topluluğu belli bir şekil almış olan su kabileleridir. Bu kabilelerin eğer çok katı kuralları mevcutsa, insan akışkanlığını yitirmeye başlayabilir. Katı kurallar, şiddetin bir başka eseridir. Çünkü kurallara uymamanın neticesi, şiddettir.
Şiddetle tehdit eden tüm esnek olmayan, şefkatten yoksun kurallar/düzenler insanın akışkanlığını, dolayısıyla sevgiyi tüm formlarda deneyimlemesinin önüne geçmektedir.
Gerçek düzen, suyun doğasını içermelidir. Gerçek yaşam getiren, doğayı yemyeşil büyüten suyun kendisidir. Doğaya uygun yaşamak, insanın kendisine uygun yaşaması ile bu yüzden paraleldir. Bu nedenle her insan su doğasını onurlandırmayı hatırlamak zorundadır.
Su doğasını hatırlamayan insan, tekamül edemez. Belli bir yerde sıkışır ve hareket etmekten korkar. Korkuyla yönetim, adrenal bezleri tetiklemeye mahkumdur. Suyla yönetim, güven veren, besleyen, iyileştiren yönetimdir.
Ebeveynler, başkanlar, öğretmenler, liderler bunun bilinciyle yeni bir sistem inşa etmelidir.
İnsan suyla gelişir, suyla büyür.
Sevgiyi yeşerten, toplulukları yeşerten nihai yol budur.
Mars-Neptün geçişleri, bizlere bu gerçeği uygulamaya koymak için gereken inisiyasyon süreçlerdir. Kare görünümler, bilhassa buradaki sorunları gün yüzüne çıkararak tetikler ve bastırılmış korkular belirginleşir, yerine sevgiyi yerleştirmek için güçlü bir fırsat doğar.
Ve böylelikle eski rezonanslar yerini yenilerine bırakabilir. Korkudan özgürleşen adrenal bezler, artık Gerçek Gücü taşıyabilecek forma ulaşabilir ve cesaretle yaşamda güçlü bir varlık sergilemenin önünü açabilir. Venüs ve Mars’ın veçheleri olan böbrekler ve adrenal bezler ahenk içinde çalışabilir; İlahi Eril & Dişil uyanır, dengeler sağlanır.
İşte ancak böyle yaşayan bir varlık, taijituyu (yinyang sembolü) andıran akışkan bir dansla hayata karışır.
Işık olsun.
Uyanış Astrolojisi
Serkan Önder
17.3.2023