Güneş Bilgeliği
Yazar: Liz Greene
Çevirmen: Serkan Önder

Materyal realiteyi Ay yönetir ve genellikle yaşamımızın ilk yarısında hedef olarak gördüklerimiz aysal güvenlik ihtiyaçlarımızın dışa vurumudur. Güneşsel hedefler ise daha içseldir ve kişisel farkındalık, hayatı keşfediş ve anlam arayışı ile ilgilidir. Bu hedefleri tanımlamak zordur ve insandan insana farklılık gösterir. Sokrates bu içsel güdüsel güce daemon demiştir, bireyi kendi ideali olmaya teşvik eden kader.
Güneş der ki, “Ben sadece yaşlı bir fare ya da tavşan ya da lahana değilim. Benim hayatımın bir maksadı var, henüz dışa vurmadığım potansiyellerim var.”
Bu Güneşsel güdüyü neden görmezden gelmiş olabileceğimizi anlayabilirsiniz, çünkü eğer -kendimizi o psikolojiye sokup- yapılması gereken o kahramanvari sıçramayı yapmazsak ve özgünlüğümüzü -küçük ya da büyük fark etmez- ortaya koymazsak, yaşanmamış bir hayatın içinde mahvolup gideriz. Ondan sonra da yaşamış hissetmeyeceğimiz için günlerimiz ölüm korkusu ile geçer.

Güneşsel kahramanın çocukluğuna dair önemli bir element de, genellikle anlamsız yere kıskanılmış ve zulme uğramış olmasıdır. Bazen düşman, annenin kocası -üvey baba- olur. Bazen kahramanın büyüyüp onun yerini almasından korkan zorba ya da kötü bir kral olur. Bu temayı Perseus gibi Yunan kahramanlarının öykülerinde görebiliriz ya da Kral Herod‘un bebekken öldürmek isteyip zulmettiği Hz. İsa‘da. Bu kıskançlık teması ve kahramanın potansiyel bir otorite edinme tehdidi, Güneşsel Yolculuğu keşfederken birçok kez anacağım bir şey olacak.
Çünkü Güneş özeldir ve onun bu özelliğinin ifade bulması, genellikle başkaları tarafından yıkıcı bir kıskançlığa maruz kalır. Eğer Güneş bilinçsiz kalırsa, benzer şekilde kendi içinde başkalarına karşı kıskançlık yaratabilir. Bir miti (mitolojik öyküyü) incelediğimizde, o durumu günlük yaşamın içinde de pekala gördüğümüzü fark ederiz.
Kıskançlığın bu arketipsel sorunu ve yeni doğmuş Güneş potansiyellerinin maruz kaldığı zulüm, birçok aile ortamında görülebilir ki, bu da insanların Güneş‘lerini ifade etmekte neden bu kadar zorlandıklarını açıklamaktadır.
Korkarlar, eğer tümüyle kendileri olurlarsa, diğerlerinin bunu kızgınlıkla karşılayacağından ve onlara -sözel ya da fiziksel anlamda- saldırıda bulunulacağından korkarlar. Genellikle kişinin öz annesi ya da babası bunu bilinçsizce yapar, çünkü ailedeki Güneşsel Yaşanmamışlık bozukluğa ve kıskançlığa neden olmuştur; nitekim mitik kahramanın zorlu çocukluk yıllarını yaşarken büyüme çağını geçirmek kişide iz bırakır. Genç kahraman adayı belki ölümlü annesinin korumasına bir süre sahip olur, ama er ya da geç kıskanç üvey-ebeveyn ya da yönetici ile baş etmeyi öğrenmelidir. Gerçekçi olmalıdır, çünkü kıskançlık bir hayat gerçeğidir ve insan doğasının bir parçasıdır. Özgünlüğüne dil uzatıldığı ya da saldırıldığı her seferinde eve mızmızlanarak dönemez. Birey olarak hayatta kalabilmesi için dayanıklılık, kendine yeterlik, sezgi, akıl ve sadık arkadaşlar edinmesi şarttır. Aksi halde, kendi Güneş ışığını kendisi kısabilir ve tekrar kozasına çekilebilir. Aslında birçok insanın yaptığı da budur. Annelerinin onları korumak için tatmin etmeyen işlerde çalıştığını ya da boğucu ilişkilere katlandığını görmüşlerdir ve onlar da kendi bireysel potansiyellerini dünyanın rekabetçi ortamından kaçınmak için bastırmışlardır.

Bir noktadan sonra, büyüme sürecindeki kahraman, Joseph Campbell‘ın tanımıyla “maceraya çağrı” alır. Bu çağrı, birçok şekilde olabilir. Göksel aile, bir rüyada ya da vizyonda görünebilir ve “Pekâlâ evlat, aklını başına devşir, artık adam olmanın ve elde etmesi zor olan hazinenin peşine düşme vaktin geldi.” diyebilir. Diğer bir deyişle, bu çağrı içimize doğabilir -birden gelen bir anlamsal ve kadersel içgörü halinde- ki bu da genellikle büyük ağır gezegen devreleri altındayken sıklıkla görülen bir şeydir; 30lu yaşlardaki Satürn döngüsünde ya da Uranüs’ün yarı-devresinde gerçekleşen bir ortayaş rastlantısında ya da Satürn’ün yarı-devresinde…
Mitlerdeki kahramanın çağrısı da ayrıca dışsal bir çalkantıdan dolayı ortaya çıkabilir, ya da ekinlerin kırıldığı bir felaketle, ya da bir salgın veya işgalle, ya da varisi olmayan ölüm döşeğindeki bir kralla. Arthur efsanelerine aşina olanlarınız bu son örneği hemen fark etmiş olabilirler. Saksonların işgalinin ve Kral Uther Pendragon‘ın ölmesinin üzerine genç Arthur, büyülü kılıç Excalibur‘u taştan çekip çıkararak kendisinin gerçek varis olduğunu açığa çıkartır.
Dolayısıyla maceraya mitik çağrı kendisini yaşamımızda büyük krizler olarak gösterebilir, gündelik zorlukların dışında, bizi bilinmeyene dalmamız için zorlar ve orada olduğundan haberimiz bile olmayan yeni kaynaklar keşfetmemizi sağlar. Toplumun büyük bir kısmının Güneşsel Çağrıyı bu şekilde deneyimlediğine ve bunun da büyük gezegen devreleri tarafından işaret edildiğine inanıyorum, bu genellikle transitte ya da ilerletimde gerçekleşen Güneş‘in dahil olduğu büyük bir yerleşimin yansımasıdır.
Hepimize Saul gibi Şam’a gidiş yolunda Tanrı tarafından dünyayı kurtarmakla ilgili özgün bir kaderimiz olduğu duyurulmuyor. O kadar belirgin geldiği zaman, özellikle gençlikte, genellikle bazı sorgulatıcı unsurlar yüzeye çıkıyor; aşağılık kompleksi gibi derine işlemiş duygular kendini peygamberlikle özdeşleştirmeye götürebiliyor.
Gerçek olgunlukla ortaya çıkan Güneş‘in net kişiliği ile, genel peygamberlik fantazisinin başarısız yapılanmış egosu arasında çok fark vardır. Güneş‘in eşssizliğinin gerçekçilik ya da tevazu ile uyuşmaz bir durumu yoktur. Bu tarz bir özgünlük algısının diğerlerinin daha aşağılık olduğu algısını vermesi de gerekmez; tabi şifalanmamış çocukluk yaralarıyla kötü bir birlikteliğiniz yoksa.

Kahraman‘ın maceraya çağrısındaki zamanlama, mitlerde ve halk hikayelerinde çok enteresan bir şekilde sunulur. Zamanı geçince susan bir saat alarmındansa, daha çok kaçınılmaz Güneş‘in doğumu gibidir. Hamlet der ki;
Eğer şimdi olmayacaksa, gelesi yoktur; Gelesi yoksa, şimdidir olacak olan; şimdi olacağı yoksa da, elbet gelecektir: hazır olmaktır tek gereken.
Zamanlama, genellikle kahramanın doğumunda, hikayenin en başından bellidir. Bu da astrolojik haritaya işlenmiş olan zamanın kendisidir. Theseus, örneğin, öz babasının aslında Atina Kralı olduğunu, büyük kayayı kaldırıp altındaki Kral‘ın kılıcını bulduğunda keşfetmişti. Annesi onyedinci yaşgününde bunu yapmasını tembihlemişti, babasının bir dileği olduğunu belirterek.
Bu zamanlamayla ilgili kaçınılmaz bir kader anlayışı bulunmakta, ki bu da sanki birçok insanın sözünü ettiği “kriz anının insanı olması gerektiği gibi ve de tam zamanında uyandırdığı” düşüncesine uymakta.
Mitte, ilahi kanal ya da kraliyet ailesi, kahramanın gerçek kimliğinin ona belirmesi için bazı testler ortaya koyar. Ve kahraman, artık kendisi olma zamanının geldiğini layıkıyla hisseder.
Çağrının zamanlaması, astroloji öğrencileri için çok ilgi çekici bir konu olmaktadır, özellikle de Güneş‘e olan transit ve progresleri dikkate aldığımız zaman. Hepimiz natal ve progres Güneş‘imize ağır gezegenlerin transitlerini çokça alırız ve de tüm hayatımız boyunca natal Güneş‘e de birçok progres gezegen açısı ve natal gezegenlerimize ilerletilmiş Güneşin açısını alırız. Kahramanın aksine, hepimize çağrıya kulak vermemiz için birden fazla şans veriliyor ve bu ne kadar yaşamın apayrı kısımlarında, birbirinden kopuk yaşam deneyimleri kılığında geliyor görünse de, aslında tek bir manâ zincirine bağlı oluyor.
Kahramanın yolculuğu bize sadece bir seferliğine gelmiyor. Birçok seviyede ve hayat boyu tekrarla süregeliyor. Ama bazen çok önemli bir karşılaşma yoluyla olabiliyor. Özellikle ilişkiler bizlerin uyanışına katkı sağlayabiliyor, hele ki Güneş‘i kapsayan bazı belli başlı harita yerleşimiyle başlayıp bitiyorsa.
Yaşamlarımıza bir başkasının müdahil oluşu, bu bir sevgili, çocuk, öğretmen ya da hatta düşman olsun, bilincimizi dönüştürebilir ve kahramanı görevine iade edebilir.
Kahraman çağrıldığında, genellikle yanında bir yardımcısı da vardır veya ilahi, insani ve hayvani kaynaklardan destek alır. İlginç olan, genellikle bu ilk desteği elde etmesi için herhangi bir efor sarf etmesi gerekmez. Bu ona, ilahi ailesi ya da ölümlü ailesi ya da bir sebepten onun tarafını tutan diğer iyicil ruhlar tarafından sunulur. Örneğin, Theseus ne zaman ki Minoutar‘u katletmek için hazırlandı, ona aşık olan Ariadne eline bir yumak iplik tutuşturarak Labirentten çıkış yolunu bulmasını sağladı. Jason, ne zaman ki Altın Post ile Colchis‘ten kaçtı, babasının gemilerini atlatıp, erkek kardeşini kesmeyi göze alan rahibe Medea‘nın yardımını aldı. Perseus, ne zaman ki Medusa‘yı yok etmek için yola koyuldu, Athena ona canavarın yansımasını görebilmesi için bir kalkan hazırladı. Bu yardım, bazen (Jason’daki gibi) etik olarak sorgulanabilir olsa da , daima başarıyı garantilemek için en doğru destek olur ve Kahraman‘ın kutsal hakkını sağlar. (Kahraman daima test edilir, kaçmak hariç ona her türlü seçenek sunulur ve hedefine ulaşması için yardım edilir)

Çağrıdan kaçınmak ya da ilk seferde (Parsifal gibi) başarısız olmak da belki kahramanın öyküsünün bir parçası olabilir. Hatrıma bu konuyla ilgili çok önceden yayımlanan bir televizyon skeci geldi. Bill Cosby, Nuh Peygamber rolünde. Tanrı sürekli ona, tufandan halkı uyarması için sesleniyor ama Nuh, erdemli veya alçakgönüllü olmaktan tamamen uzak bir tavırla sürekli sırtını dönüyor, durmadan bahane üretiyor ve bir nevi “Bu gece olmaz canım, başım ağrıyor”un dini versiyonuna bel bağlıyor. Tanrı eninde sonunda bu duruma kızıyor ve Nuh’u pes etmesi için tehdit ediyor.
Bu, ekstrem düzeyde kahramanlığa aykırı bir davranış olsa da gayet birçoğumuzun hayatın çağrısını aldığı zaman yaptığıyla örtüşmekte.
Mitte, kahraman asla mızmızlanmaz. Gerçek hayatta ise, görünüşe göre hepimizin çağrıya karşı az da olsa mızmızlanması gerekir. Bu da muhtemelen Ay’ın sesidir, pek mağdur ve kendisine üzülen hallere girme hakkını bizlere verir. Çünkü hepimiz kendi ruhumuzun talebiyle konfor alanımızdan çekip çıkarılmışızdır. Bu da eski Yahudi şakalarına benzer biraz – Teşekkürler Lordum, beni seçilmiş kıldığın için, ama değişim getirmesi için başkasını seçemez misin?
Elbette gelen çağrıyı reddetmek mümkündür, ama böyle olduğunda genellikle tekrar başka bir şekilde, daha zor testlerle çıkagelecektir. Kutsal ebeveyn -kendi içimizdeki mitsel imgenin ta kendisi- sırf biz hazır hissetmiyoruz diye bizi yalnız bırakmayacaktır. Çok önemli harita yerleşimleriyle Güneş‘in gösterdiği kaderden kaçmak isteyen birçok kişiyle karşılaştım ve kendileri olmayı reddetmelerinin bedelini er ya da geç ödediler.
Genellikle bunun sonucu ileri seviye depresyondur ve beraberinde başarısızlık duygusu, boşluk hissiyle gelir. Ya da o sınav, bir sonraki nesle, çocuğa ya da toruna geçer ve çocuk Güneşsel Ailesinin bitmemiş işini teslim alır ki bu her neslin kaçınmasından ötürü gittikçe büyür ve daha talepkar hale bürünür. Reddedişin daha şiddetli halleri ayrıca çöküntülere ve ciddi fiziksel hastalıklara neden olabilir.
Çağrıyı şiddetle tamamıyla reddetmek mümkündür ve bu aysal dünyada kendi kendini yok eden bir hal alır ki, bu durum da kronik akıl hastalığıyla bağlantılı olabilir.
Dünya, kendi Güneşsel Maceraya Çağrılarını -bir kere de değil birçok defa- reddederek kaybolmuş yığınla insanla doludur. Birçoğu kolektif terimle “normal” görünüyor olsa da, aslında evde kimse yok. Bu da bana T.S. Eliot‘un şiirini hatırlatır:
Hepimiz içi boş adamlarız
Hepimiz içi doldurulmuş adamlar
Birlikte öğreniriz
Üst kısmımız bir dolu saman…
Geçer kişiler, dik bakan gözlerle
Ölümün diğer Krallığına,
Hatırlasınlar bizi -şayet- her şey kayıp değilse,
Şiddetli ruhlar gibi, ama sadece
Boş adamlarsak
İçi doldurulmuş adamlar
T.S.Eliot

Şimdi tekrar kahramanın dışarıdan aldığı desteğe değinmek ve bunu astrolojik olarak ele almak istiyorum. Bu yardım, mucizevi şekilde destek veren başka bir kişi şeklinde bedenlenmiş olsa bile, kendi içimizden gelmektedir. Mitolojide, bu genellikle iyilik ihsan eden ölümlü bir annedir ya da Hera ve Artemis gibi aysal bir tanrıçadır; bu arketip Ay’ın sezgisel bilgeliğinin bir yansıması olabilir, ki ortaya çıkmak için böyle bir kriz anını kollaması da bizim kendimizi ne kadar önemsediğimizi gösterir. Bazen, iyicil natal açılar bu içsel yardımımızı uyandırır -doğuştan yetenek ya da hasletlerimiz çimdiklenmeyi bekler. Uyumlu açılara sahip olduğumuz zaman, genellikle bunu şans olarak adlandırırız, çünkü kendimizle uyum içinde oluruz ve böylelikle de hayatla sezgisel olarak doğru irtibatı kurarız.
Örneğin, bir natal haritada Venüs-Jüpiter kavuşumu, Güneş‘in zorlu bir transit ya da progres (ilerletim) ile tetiklenmesi durumu için hazır ve nazır bekler, bu da, zorluğa dair dışarıdaki insanlara yansıtılan içsel bir optimizm ve umutlu bakış açısı gelişmesini sağlar ya da cömertlik uyandırarak diğer insanları da bunun karşılığında cömert olmaya sevk eder. Merkür-Satürn üçgeni bu durumda, açıkgözlülük, gerçekçilik ve hinlik vererek kişinin hata yaparak keriz yerine konmasının önüne geçer. Hepimiz haritalarımızda bu “yardımcılar”a sahibiz , bunlar -uyumlu açılara sahip gezegenler, yücelen ya da ev ve burçta asalet gösteren gezegenler- kahramanın destek takımındaki psişik öğelerini oluşturur.
Yardım genellikle kahramanın çağrısını kabul etmesinin peşisıra gelir. Bu, kendi bireysel yaşam yolumuzu kabul edip yüzleştiğimizde içimizde uyanan güçlü, destek verici bir şeydir.
Böyle bir durumda, kahramanla doğrudan alakalı olmayan diğer tanrıların da dahil oluşu ayrıca düşündürücüdür. Onların da, kahramanın başarılı olmasını istemek için kendilerine ait sebepleri vardır. Örneğin, Perseus, Medusa‘nın peşine düştüğünde, tüm yüce ruhlar partiye katılmıştır. Perseus, Zeus‘un oğlu olmasına rağmen, Athena ona kalkan sunar, Hades görünmez olmasını sağlayan bir kask verir ve Hermes büyücü şapkasından bir çift kanatlı sandalet çıkarır. Tüm bu tanrılar, Medusa‘nın ortadan kaldırılması için kendi yatırımını yapar ve bence bu da mitsel lisanda, kahramanın gerçekten kendi kişisel görevinden çok daha büyük bir problemi ortadan kaldırdığını göstermektedir.
Yani, Güneşsel kahraman, aslında yaptığı şeyi kolektif için yapmaktadır, ne kadar kendisi için yaptığını düşünürse düşünsün. Perseus mitindeki Medusa, kişisel bir ikilemden çok daha fazlasını sembolize eder. Medusa, kolektif psişe içindeki bir sorundur, insanlığın evrensel mirası ya da laneti olarak, aileleri, sosyal grupları, hatta ulusları bile depresyona sürükleyip felç eder. Tanrılar, görünüşe göre, kendi başlarına halledemedikleri için onların yerine amel edecek bir kahramana ihtiyaç duymaktadırlar. Bundandır ki, kolektif bilinçaltının kendisi büyük resmi tamamlamak için her bir bireyin özgünlüğüne muhtaçtır. Güneşsel kahramanın, tanrıların inayetine ve bilgeliğine aracılık eden bir rahip, toplumun ruhsal beklentilerine hizmet eden bir sanatçı ya da dünyevi otoritesiyle ilahi iradenin bedenlenmiş hali olan bir kral ile bağlantısını görebiliriz. Güneş‘in daha derin işleyebilmesi adına ortaya konulmuş tüm bu mitsel imgeler, bireyin benliğinin özgün dışa vurumu için bir aracı olur, kaçınılmaz olarak daha büyük bir psişeye katkı sağlamasına ön ayak olur.
Ancak, kahramanın görevini kendi içsel dürtüsü nedeniyle yapması şarttır. Eğer bunu biraz da olsa başkalarını memnun etmek için yaparsa, bu ne kadar hümanist bir yaklaşım olursa olsun, başı büyük belaya girecektir, çünkü bu şekilde kendisine dürüst davranmamaktadır. Görevini, kendi içsel zorunluluk dürtüsüyle baskılandığı için gerçekleştirmelidir, başkaları onu sevsin diye değil. Yine de o, birey olmanın hatrına diğerlerine karşı bu davranışı geliştirir.
Gördüğünüz gibi, Güneş oldukça paradokslarla doludur. Kendimiz olduğumuzda, topluma çok daha fazla katkımız vardır; içimizdeki boşluk dolsun diye dünyayı alelacele kurtarmaya çalışmaktansa…
Telif Hakkı @ 2019 Fitoenerjist
fitoenerjist.com
2 thoughts on “Kahramanın Güneşi”