“Her şeyde cinsiyet vardır; Her şeyin eril ve dişil prensipleri vardır, Cinsiyet bütün planlar için geçerlidir.” – Kybalion
İkilik, bu hayatta deneyimlediğimiz özel bir öğrenim aracı olarak bizlere hizmet eder. Cinsiyet ise bu araçlardan yalnızca bir tanesi ve belki de en dikkat çekenidir. Nihayetinde hepsi önemlidir ancak bazıları dikkatimizi ve hayatımızı çok daha belirgin bir şekilde etkiler.
İnsan Eril ve Dişil niteliklerin ikisine de sahip olan nadide varlıklardandır. Doğadaki her şey bir cinsiyete sahiptir ve o cinsiyetin nitelikleri varlıkların bünyesinde yegane hakim ve tek bilgidir.
Oysa insan, kozmik planın büyük bir parçası olarak bu alemlerin bilgisinin tamamını içinde taşımasından dolayı, bütün kutupları bünyesinde barındırabilme yeteneğiyle donatılmıştır.
Bir insan, Erkek de olsa dişil niteliğe, Kadın da olsa eril niteliğe sahiptir. Bunun göz ardı edilmesi, kişinin tek bir kutbu ağırlaştırmasına ve doğasında dengesizlik yaratmasına yol açabilmektedir.
Eril-Dişil dengelerimiz, sahip olduğumuz fiziksel cinsiyet kimliğinin duygusal ve zihinsel yapısını korur. Aksi halde, kişi fazla eril ya da fazla dişil yönelimlere sahip olarak ruhunu yıpratmaya başlar. Örneğin, fazla eril olan bir erkek, psikolojik sorunlar yaşamaya başlar. Katılaşır, içe çekilir. Fazla dişil olan bir kadın da, varlığının hakikatinden uzaklaşmaya başlar. Sınır koyamaz, gücünü koruyamaz bir hale gelir. Nitekim her şeyin fazlasıdır zarar olan.
Fazla eril olan varlık; şüphesiz, yıkımın, şiddetin, otoritenin kaynağı haline gelir. Ve fazla dişil olan varlık; manipülasyonun, kaosun, bağımlılığın kaynağı…
Belki bu kavramlara yeni olabilirsiniz ama Yin ve Yang’i duymayanınız yoktur; yinyang sembolü (nam-ı diğer Taijitu) bize enerjinin çift cinsiyetli olduğunu ve mutlaka ikisinin birlikte hareket etmesi gerektiğini anlatır. Bilirsiniz, her aydınlıkta bir karanlık, her karanlıkta bir aydınlık mevcuttur, olmalıdır. Bizim atalarımızın deyişiyle “her şerde bir hayr vardır”
Tao’ya göre, Yin ve Yang daimi bir döngü halinde varlığımızda dolaşır durur. Ki işte tam da bu yüzden daire şeklindedir. İçimizde dönüp duran bir çark gibi devamlı dengeyi daim tutmaya çalışır. [1]
Ama bizler, birçok koşullanma, travma ve inanç projeksiyonu nedeniyle bedenimizin kendi başına zaten yaptığı sürece ket vurur, yinyang çarkının akışını bozarız. Nitekim bu bir su çarkı gibi çalışır ve bütün bedeni -yaşam enerjisinin merkezinden (dantien) dağıtarak- besler.
Akışı bozmak demek, hakikatimizden uzaklaşmak demektir. Nitekim herkes kendine özgü hakikatiyle donatılmıştır ve bir başkasının hakikatine uyum sağlamaya çalışmak dengeye suikasttır.
Bizim Yang’imiz, eril enerjimizin/prensibimizin göksel üstadı Güneş‘tir ve bu doğum haritamızın en önemli unsurudur. Nitekim Yang prensibinin işi, insanın yaratım kudretinin vücut bulmasını sağlamaktır. Biz kendimizi gerçekleştirmek adına Yang prensibini yani Güneşi çalıştırmak zorundayızdır.
Yang prensibini abartılı bir şekilde çalıştırdığımızda, hissizleşiriz, kendi içimize çekiliriz ve kendimizi koruma ihtiyacı hissederiz (bu bir nevi kendini savunma/savaş moduna almaktır). Hissetmek bizim için zorlaşır çünkü kendimizi mantığın sınırlarına hapsederiz. [2] Bu hissiz, soğuk, sert duvarı yıkmak, ancak tam tersiyle mümkün olabilir; yani hisli, sıcak, yumuşak doğanın temsili olan Yin prensip ile. Yin prensibimizin göksel üstadı ise Ay‘dır.
Güneşimizi gerçekleştirmeye doğru yaşam yolculuğumuzda ilerlerken, geçmemiz gereken ilk kapı da işte bu yüzden Ay’dan başkası değildir. Her şeyden önce, yaşam yolculuğunda sağlam adımlar atmazdan önce, kendimizi beslenmiş, sarıp sarmalanmış hissetmemiz şarttır. Nitekim hiç kimse kendi varlığını sevgiyle kabul etmeden onu dünyaya duyuramaz, duyurduğunu sandığımız çoğu insanın aslında kendileri olmadıklarını fark etmemiz bu yüzdendir.
İnsan kendi hakikatini, ruhunu dışa vurduğunda varlığı aydınlanır, yaşamında ahenk, huzur, sevgi ve şefkat halleri artışa geçer. Huzurla uyur ve uyanır. Hakikatini, yani Güneşini yaşayan insan, içindeki yüksek Yaşam Enerjisi (chi) kaynağına çok daha kolaylıkla ulaşabileceği için de sağlıklıdır.
Ay, bu yolda geçilmesi gereken ilk kapıdır ve bu tıpkı bir inisiyasyon sürecine benzer. İlk kapıyı geçmeden, ikinci kapıya geçmek kişiyi yanlışa sürükler. Nitekim Güneş, üçüncü kapıdır. Çünkü ikinci kapı, kişinin yükselenidir.
İnsan her şeyden önce Ay’ını sağaltmayı öğrenmelidir.
Çocukluk dönemimiz bizi bu anlamda geliştirir, eğitir.
Nitekim çocuk olmanın manası budur. Yeni geldiğimiz bu yabancı Dünya topraklarında güvende hissetmeyi, ona adapte olmayı, kendi hakikatine en uygun şekilde yaşamayı öğrenmek. Ama sağlıklı bir çocukluk geçirmemiş olanlarımız, içsel çocuğunu karanlık bir odaya hapsetmiş olanlarımız, yetişkin de olsa Ay öğretisini geçememiş olanlarımızdır ve ne yazık ki gelişmemiş ülkelerde bu oran çok daha fazladır. Ülkemizde daha çok yeni yeni empatik ebeveynliği öğreniyoruz. Çocukların da tam bir birey olduklarını, onların duydukları her sözü hafızalarına kazıdıklarını yeni yeni anlıyoruz ve kafamıza estiği gibi konuşmanın onlara ne kadar zarar verebileceğini idrak ediyoruz.
Çocuklarının sağlıklı bir geleceğe sahip olmasını isteyen ebeveynlerin mutlaka doğum haritalarına baktırmaları ve özellikle de çocuklarına Ay burçlarına göre muamele etmeleri önemlidir. Nitekim Ay burcu, bir çocuğun temel ihtiyacının ne olduğunu apaçık gözler önüne seren en önemli Göksel göstergedir.
Ayrıca, anne ve babaların, çocuklarının ihtiyacını gözettiklerini zannederlerken aslında kendi Ay burçlarının isteklerini yerine getirdiklerini anlamaları bir diğer önemli farkındalıktır. Yani çocuklarımız için istediklerimiz (sandıklarımız), aslında hep kendimiz için istediklerimizdir. O yüzden anne-babaların yüzyıllardır düştüğü en büyük yanlış, çocuklarına kendi istedikleri dünyayı dayatmaya çalışmak olmuştur. Günümüzde çocuğu anlamak adına atılan yeni adımlar bu yüzden umut vericidir.
Ay burcunun şartlarını çocukken sağlamak şüphesiz çok daha önemli olsa da yetişkinlik dönemlerinde de tüm bu Aysal ihtiyaçları karşılayabiliriz. Günümüzde çoğu yetişkinin uğruna çalışıp didindiği çoğu şey de aslında Aysal ihtiyaçlarını karşılamak üzerinedir, ama bunu farkındalıksız ve yanlış kanallardan sağlamaya çalıştıkları için “doyumsuz ve bağımlı” bir yaklaşıma dönüşmekten öteye gidememektedir.
Aysal ihtiyaçları sağlamanın en sağlıklı yolu, kendini sevmekten geçer. Kendini sevmeyen, başka “arzuların” tuzağına düşerek sevgiyi dışarıdan edinmeye çalışır ve bu onu dışarıya bağımlı, doyumsuz, güvensiz, kırılgan bir varlık haline getirir.
Aysal ihtiyaçları anlamak için elbette ilk önce Ay’ın doğasını anlamak, Ay burcumuzu tanımak ve haritamızda Ay’ın aldığı açıları (diğer gezegenlerle etkileşimini) geniş bir biçimde psikolojik veçheleriyle öğrenmek gerekir.
İçimizde bu dünyaya gelirken getirdiğimiz Aysal arketip annemizle uyuşmayabilir dedik. Buna örnek verirsek, Ay burcu İkizler olan bir çocuğu düşünelim. Onun kendisini güvende ve anlaşılmış hissetmesinin yolu kuşkusuz dinlenilmek ve karşılıklı aktif iletişim kurabilmekten geçer. Annesinin onunla devamlı ilgilenmesine ihtiyaç duymaz, nitekim ruhu özgürdür ve kendi alanına sahip olmak ister. Boğucu tavırlar onun Aysal ihtiyaçlarıyla çakışır. Eğer annesi, kendisindeki Merküryen (İkizlerin yöneticisi) özelliklerini ifade edemeyen birisiyse bu anne Merküryen doğaya sahip çocuğuna anlayış göstermekte zorlanır ve kendisini çocuğun bu çok meraklı, konuşkan doğasına karşı, yaşadığı içsel gerilim sebebiyle toleranssız bulabilir. Böyle bir durumda mesela çocuğun haritasında Başak burcundaki Satürn’ün İkizler burcundaki Ay’a kare yaptığı görülebilir. Ve böyle bir yerleşimin, aşırı gelişmiş bir sorumluluk algısı, güvende olmama korkusu, büyüklerinin ne düşüneceğine yönelik korku şeklinde çalıştığı görülebilir. Annenin aşırı sorumluluktan İkizler’in oyun arzusunu karşılayamaması da çocukta bunu körükler. Dolayısıyla çocuğun içindeki Aysal ihtiyaçlarının, dünyanın -ailesinin- ondan bekledikleri ile çatıştığı hissine kapılır. [3]
Böyle bir durumda çocuğa düşen, yetişkinliğe erdiğinde kendi Aysal ihtiyaçlarını karşılamasının yanısıra kolektifin de isteklerine adapte olmayı öğrenmesi ve böylelikle içsel bir denge geliştirmesidir. Eskiden annesinin ona davrandığı gibi kendisine davranma hatasına düşmemelidir, ama bu içsel çatışmayı çocuklukta benimsediği için genellikle bu ağa tekrar yakalanabilir. Mesele bu ağın farkına varıp kendini içinden çıkartmayı öğrenmektir.
Güneş’i yaşamanın sağlıklı yolu önce Ay’ı beslemekten geçer dedik
ve gördük ki bu o kadar basit bir konu değil.
Herkesin doğum haritasındaki göstergelerden de anlaşıldığı üzere, hiç kimse Aysal arketip ile aynı şekilde irtibat kurmuyor. Ama şu bir gerçek; Aysal arketipe dair yaşanılan hemen hemen bütün sorunlar, nesilden nesile geçen ve şifalandırılmamış sorunlara işaret ediyor.
Dolayısıyla Aysal arketipi şifalandırmak demek,
Aile ile -en çok da anne ile- ilişkiyi şifalandırmak demek oluyor. Ve bu nesilden nesile aktarılan (karmik) Ailesel sorunsal, bizim vasıtamızla çözülebiliyor ve bir sonraki neslin bu sorunu yaşaması engellenmiş oluyor. Dolayısıyla Anne ile ilgili bir Aysal Yaşanmamışlık deneyimleyen herkes, annesinin de geçmişte kendi annesi ile aynı yaşanmamışlığı deneyimlediğini ve bunu yetişkinlikte şifalandıramadığı için bayrağı kendi çocuğuna devrettiğini idrak etmelidir.
Özetle, Aysal Yaşanmamışlık insanda; sevgi açlığına, yalnızlık korkusuna, terk edilme korkusuna, zarar görme korkusuna yol açmaktadır ve kişinin içsel şifasının can damarıdır.
Uzunca bir zaman kişisel gelişim öğretilerinin 1. Dünya Ülkesi meselesi olduğu düşünüldü ve insanın kendisini sevmesini sağlayacak olan bu değerli öğretiler yalnızca zengin kesimin haberdar olduğu bir şekilde varlığını sürdürdü. Şimdi, Dünya toparlanmaya başlayıp, bilinçlerin yükselişe geçmesinin üzerine bu gibi öğretilerin aslında herkese hitap ettiği fark etmekteyiz. Hatırlayalım, eskiden ülkemizde psikologa gitmek lüks ve gereksiz görülüyorken, zamanın şartlarının da gelişime mecbur ettiği şu dönemde psikolojik, spiritüel tüm kişisel gelişim öğretileri ciddi bir yükselişe geçti.
Bu öğretiler, ne kadar hayati görünmüyor olsalar da hayati oldukları anlaşıldı. Kişisel gelişimin (Aysal şifanın) beslenme, korunma ihtiyaçlarının da ötesinde bir ihtiyaç olduğunu şimdi anlıyoruz. İnsan, ruhunu beslediği müddetçe bedenini ve hayatını besleyebilir. Yaşama güdüsü, motivasyon, gelişme arzusu sadece kendi hakikatini takip edenlerde bulunabilir. Aksi halde ne kadar maddi güce de sahip olsa insan, eğer Ay‘ını Güneş‘ini yaşamıyorsa ruhsal olarak çökmeye mahkum hale gelir.
Günümüzde işte tam da bu yüzden Dişil/Yin enerjiyi şifalandırmaya bu denli önem veriliyor. Bu zamana dek, Güneşsel Yaşanmamışlığın acısını hisseden toplumlar, çözümün Ataerkil bir yaklaşım olduğunu düşündükleri için doğrudan Güneşsel/Eril/Yang nitelikleri öncelik gördüler. Ama artık, kadim öğretilerin işaret ettiklerinin ne kadar doğru olduğunu herkes anlıyor ve önce Dişil/Aysal/Yin yönümüzün şifalanması gerektiğini bilerek hareket ediyor.
Bu zamana dek, hassasiyet, kalp açıklığı, duygular, sezgiler, yaratıcılık gerektiren işler geri plana atılmış da olsa, artık tüm bunların önemi idrak ediliyor ve şirketlerin İnsan Kaynakları departmanları dahi işçilere ve işverenlere bu anlamda hizmetler sağlıyor. Yanısıra, artık yaratıcı fikirler geliştirmek, diğer her şeyden çok daha önemli. Eskiden meslekten dahi sayılmayan Dişil özellikler, artık onurlandırılıyor. Bundan daha iyi nasıl olur?
Öyleyse, kişisel gelişim (tekamül) yolculuğunda olan bizlerin, Dişil/Aysal yönlerimizle barışmak için harekete geçme vakti şimdidir. Ne yarın, ne de başka bir zaman; şimdi. Mutluluğunuzu ertelemeyin. Artık biliyorsunuz ki, herkes farklı bir Ay temasıyla bu dünyaya geliyor ve kendi hakikatini gerçekleştirmek için o Ay teması ile barışmak gerekiyor, onu şifalandırıp, parlamasına izin vermek gerekiyor.
Ay’ın Güneş ışınlarını yansıttığını hepimiz biliyoruz. Güneşe doğrudan bakamadığımız için, onun o ilahi ışıklarına Ay’ı seyrederek şahit olabiliyoruz. İşte durumun özeti budur. Ay bize Güneş’in tadına varmayı öğretir.
Ay’ın ışıltısına kalbini açamayan, Güneş’in ışığıyla aydınlanamaz.
Ay’ınızı sevin, onu besleyin. Ancak bu şekilde Güneş’inizi de sevmeyi başarabilirsiniz.
Hakikatin ışığı daim olsun.
Referanslar [1] Mantak Chia [2] Josh Goddard [3] Liz Greene